Kayıtlar

Yanılsama

             Benim dişlerimde tel vardı, gözlerimde gözlük... Görünmenin hissedilmekten daha önemli olduğuna dair bir illüzyon içindeydi insanlar. Ben görülmek istemiyordum, onlar ise zorla görmek istiyordu. Kendi görmek istediklerine bakıyorlardı benim vücudumda. Güzelliğin ve çirkinliğin ne olup olmadığını yaşayarak anladım. Gözlüksüz göremiyordum; bedenin her parçasının özel olduğunu anladım, savrulmamak, ona kötü davranmamak gerektiğini...             Daha sonra bir dönem engellilerle çalıştım. Herhangi bir engeli olmayan insanların fiziksel güçlerine ve bedenlerine ne kadar da güvenip, gücü yetmeyenleri nasıl da umursamadıklarını gördüm. Sağlığı yerinde olan insanların hiçbir neden yokken, diğerlerini kötü yaşam şartlarına nasıl da layık gördüğünü farkettim. Aynı insanlar yardıma muhtaç kaldıklarında korkuyla, endişeyle bakıyorlardı dünyaya. Neden? Daha once kendilerinin de yıllarca katkıda bulunduğu bir nedenden...  Artık yüzlerine bakılmayacağından korkuyorlardı. Sevginin yüzeys

Soguk Kokular

  Misafir sevmeyen ev sahibinin kokusu. O evin tuvaletindeki el sabununun, koltuğa geri geldikten beş dakika sonra kuruyup elde bıraktığı koku. Halının üzerinde oyuncaklarla oynarken büyüklerin avuçlarına dökülen gül kolonyası, tütün kolonyası kokusu. Salonu dolduran sigara kokusu. Öpmesinden hoşlanmadığım bir büyüğün nefesinden çıkan alkol kokusu. Karakterinden hoşlanmadığım birinin üzerindeki baharatlı parfüm kokusu. Yalnızlığın deterjan kokusu. Müdür imzalı belgelerin üzerindeki daktilo mürekkebi ve pilot kalem kokusu. Bayatladıktan sonra ilgisizlikten küflenmiş ekmeğin kokusu. Gürültülü diskolarda sis makinesinin çıkardığı dumanın kokusu. Silah kokusu. Tentürdiyot kokusu, hastane kokusu. Kabuk bağlamış yara kokusu...

Açılmamıs Kanatlar

       Sürekli savrulup duruyoruz, yapraklar gibi. Rüzgar her birimizi aşındırarak, ağaç kabuklarına, deniz dalgalarına, dikenlere çarptırarak savuruyor. Birbirimizin yanına kazara yaklaşıyoruz. Ellerimizin arasında milimetrelik mesafe kalmış. Birbirimize tutunup toprağa köklenebiliriz. İster toprağın derinliklerine karışır, istersek ağaç olmak üzere büyür, savrulan yıpranmış yapraklara boş dallarımızda yer açarız. Oysa rüzgarın uğultusundan başka ses duymuyor, toprağa git gide yaklaşarak düştüğümüz uçurumdan başka bir manzara görmüyoruz.                Hiç irademiz yokmuş gibi, bu dünyaya en ufak bir etki bırakmıyormuşuz gibi savruluyoruz. Dün, bugün, yarın, her gün aynı gün. Her gün serbest düşüşteyiz. Enkaza dönüşmüş yapraklar, rengini kaybetmiş yapraklar, köklenmeden çürümeye yüz tutmuş yapraklar...               Ölüler dünyasında tesadüfen yaşamayı başarmış bir iki yapraktan ibaret gibi görünüyor türümüz. Bir farketsek bizim henüz güneşe açılıp ısıtılmamış kanatlarımız var, o zam

Sonbaharın Tozları

      Sarı ışık. Gün ışığı gibi sarı… Henüz kızıllığa ulaşmamış bir akşamüzerine yakın, öğlen güneşi kadar da parlamayan, koyu sarı. Tepeden sarkan avizenin, içi tozdan siyahlaşmış metalik rengiyle kontrast yapan bir sarı. Avize, içindeki ampulle birlikte bir kilise çanına benziyor. Tavanın beyaz sıvası yer yer açılmış, içinden çimento grisi belirerek sayısız şekil oluşturmuş. Deniz dalgası, ayak izi, kocaman bir balina, sarı benekli bir tavşan, kısa saçlı bir kadın portresi… Bunların hepsini rutubet ve küf yontmuş, bir heykeltıraş gibi. Tavanın boyu üç metre civarında. Sağımda iki metre uzunluğunda, hızarla kesilmiş odun parçaları dizili. Zeytin, ceviz, servi, belki dut ve türünü bilmediğim başka ağaçlar… Önümdeki el yapımı sehpanın üzerinde, içilmiş sigaralarla dolu bir kap ve yarısı dolu çay kupaları bekliyor.         Burası serin, mevsim sonbahar. Burnumda talaş kokusu… Ölmüş, dallarından ayrılmış, paramparça olmuş ağaçların kokusu yine de ormanın derinliklerinde nefes a

Sögüt

     Siz hiç söğüt ormanı gördünüz mü? Ben gördüm. Yumuşak yaprakları rüzgarda salınırken söğüt, banyodan yeni çıkmış, henüz kurumamış uzun bir saça benzer. Doğa kokan binlerce söğüdün ortasında, ılık bir rüzgar eşliğinde ayaktayım. Üzerimde elbisemden başka hiçbir şey yok, gerek de yok. Üşümüyorum. Boynumda akşam güneşini yansıtan kolyem, tek başıma yürüyorum. Orman nerede bitiyor, o bitince ne başlıyor bilmiyorum. Yürüyorum, yürüyorum.      Dünya kadar geniş bir orman, Görebileceğim yer sınırlı, gözlerim çok uzağı seçemiyor. Ancak hissedebiliyorum, yalnız yürümeme rağmen bu kadar sıcak hissedebilmemin bir anlamı olmalı. Belki de göremediğim kadar yalnızım. Bu nemli ormanın derinliklerinde nefes alan bir şeyler var, benim gibi ya da hiç bana benzemiyor. Günler geçiyor. Güneş hiç batmadı, hiç uyumadım. Uykuya ihtiyaç duymadım. Ne zaman başladım yürümeye? Buraya nasıl geldim? Hatırlamıyorum. Varım. En az bu narin yapraklar, orman tabanındaki yumuşak çimenler kadar varım. Söğüdü