Sögüt



     Siz hiç söğüt ormanı gördünüz mü? Ben gördüm. Yumuşak yaprakları rüzgarda salınırken söğüt, banyodan yeni çıkmış, henüz kurumamış uzun bir saça benzer. Doğa kokan binlerce söğüdün ortasında, ılık bir rüzgar eşliğinde ayaktayım. Üzerimde elbisemden başka hiçbir şey yok, gerek de yok. Üşümüyorum. Boynumda akşam güneşini yansıtan kolyem, tek başıma yürüyorum. Orman nerede bitiyor, o bitince ne başlıyor bilmiyorum. Yürüyorum, yürüyorum. 

    Dünya kadar geniş bir orman, Görebileceğim yer sınırlı, gözlerim çok uzağı seçemiyor. Ancak hissedebiliyorum, yalnız yürümeme rağmen bu kadar sıcak hissedebilmemin bir anlamı olmalı. Belki de göremediğim kadar yalnızım. Bu nemli ormanın derinliklerinde nefes alan bir şeyler var, benim gibi ya da hiç bana benzemiyor. Günler geçiyor. Güneş hiç batmadı, hiç uyumadım. Uykuya ihtiyaç duymadım. Ne zaman başladım yürümeye? Buraya nasıl geldim? Hatırlamıyorum. Varım. En az bu narin yapraklar, orman tabanındaki yumuşak çimenler kadar varım. Söğüdün baş ağrısını tedavi eden kabuğuna, dallarına dokunabilecek kadar varım. Başka neye, hangi ağaca, hangi çiçeğe şarkı söyleyecek kadar var olacağım? 
   
    Ilık rüzgar söğütlerin ıslak yapraklarını yavaş yavaş kuruturken içimden yükselen sesleri durduramıyorum. Dudaklarımdan dökülen bu şey bir şarkı, bu ormanın şarkısı. İçindeki tüm gölleri titreştiren, göllerin içindeki tüm balıkları dans ettiren melodi. Bu şarkıyı yalnız söylüyor olamam, bu seslerin hepsi benim değil. Başka dudaklar, hatta başka ormanlar da olmalı. Belki ceviz, belki zeytin, belki incir ormanı. Bütün ağaçların birbiriyle tanıştığı ormanlar da olabilir. Olabilir mi? Güneş ne zaman batacak? Yoruldum mu yoksa?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

UNUTMAK BAHANESI

Frappe Bukiato

Deneme yazisi- Gunlugumsu