Kayıtlar

denemelerim etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Frappe Bukiato

       Günaydın demek için geç bir saatte, salonun biraz ışık görebildiğim köşesindeyim. Güneş seven çiçekler gibi gerinip, doğrulup,  ışığı en rahat alabildiğim yere doğru uzatıyorum vücudumu. Burada ışık da duvarlar gibi beyaz. Güneş belki birkaç dakikalığına ortalama bir gitar sapı eninde süzülüp geçiveriyor kış günlerinde. Güneş batana kadar da sadece karşı apartmanın beyaz duvarlarından yansıyor. Oysa yazın bir çamaşır asmalık balkonda saatlerce durur, hamama çevirirdi evi.       Sinüzitim yaklaşık 6 aydır geçmedi. Zencefille başlayıp kekik çayıyla devam ettiğim, ardından reçeteye yazılan ağır antibiyotiği de bitirdiğim, en son olarak da burnuma her sabah tuzlu su çektiğim günlerin ardından bu küflenmese- de- nemli evde sinüzitin kurumayacağına karar verdim. Hafif hafif seyreden, baş ağrısı yapmayan bir cins bu. İnatçı ve kronik.  Burun alışıyor da pek cevap vermiyor diye uzun süre kullanılması önerilmeyen burun açıcı spreylerle idare edip kapattım sezonu. Bazı sabahlar tatile

El durusu - Amuda kalkmak

  Çocukken yapardık. Hem de hiç düşünmeden. Büyüyünce o cesaret nereye gitti? İçime sordum. Neden korkuyorsun? Bana: yanında biri olsa korkmazsın dedi. Başka? Dedim. Kollarının gücünü yeni yeni geri alıyorsun, belki zamanı gelmemiştir dedi. Deneyeyim mi? Dedim. İtiraz etmedi. Denedim. Önce heyecan geldi. Sonra korku. İkisini de yatıştırdım. ayaklarımı yerden kestikçe yükseldiler. Ben onları değil, cılız sesini duyurmaya çalışan çocukluk cesaretimi dinlemek istedim. Sesli sesli sordum kendime: nasıl yapıyordun? Nasıl korkmuyordun? Hırs mıydı cesaret miydi? Hayır dedi içim, hırs değil cesaret. peki o zaman dedim ve kollarımın gücüne bıraktım vücudumu. oldu. yine olur. Biz bunlarla doğmuştuk. Zamanla birbirimize kaybettirdik bu gücü. İçinizdeki çocuğun sesini dinleyin, siz de benim gibi.

Birlesmeyen Parcalar

      Her tarafı denizle çevrili, binlerce kilometrelik kıvrımlı bir yolda gidiyordu. Yolun rastgele yerlerinde, dağlardan yuvarlanmış taşlar gibi sağa sola saçılmış her renkten ve her boyuttan paketler vardı. Aralarından ortalama bir kedi boyunda, kırmızı, beşgen şekilli olanı seçip, içindeki yarı düzgün, yarı özensiz paketlenmiş eşyaları çıkardı. Hepsini çıkarması üç gün sürdü. Neyse ki yol kenarında konaklayabileceği sulak bir yer bulmuştu.        Yola devam edebilmek için tüm eşyalara en azından kalemin kağıtla, küpenin kulakla, pencerenin ışıkla ilişkisine bakar gibi bakması gerekiyordu. Ancak böyle gidebilirse eşyaları bir gün içinde düzgün bir şekilde yeniden paketleyip yolun kenarına koyabilirdi. Yolu çok uzundu. Bazen zifiri karanlıkta geri dönüp, düzgünce yerleştirdiği ve dünyasının neresinde olursa olsun görebileceği, ayırt edici, sihirli bir ışıkla etiketlediği paketi bulur, içinde neler olduğunu, neyin altta neyin üstte, sağ veya sol kenarda olduğunu içine hiç bakmadan hat

Çekmece

  Zamanım gelene kadar donmak isterdim. Bunun karşılığı yüzlerce yıllık uyku da olabilir, reenkarnasyon da. Bazen kendimi vidaları gevşemiş bir çekmece kulpu gibi hissediyorum. Öyle eklemlenememiş, öyle bağımsız.... Düşse işe yaramaz, kalsa çekip taşıyamaz. Çok hoyrat kullanılmış gibi. Ait olmayı çok ister ama buna gücü yetmez gibi. Keşke birisi vidaları tuttursa, çekmeceyi sağlamlaştırıp verniklese de işimi yapabilsem.

Müzigi Duymak

      Dinlediğiniz şarkılarda ön planda vokali duyarsınız. Ardından gitar gelir. Bas gitarı duyduğunuzun farkında bile olmazsınız ama alttan alta asıl omurgayı bas gitar verir. Aynı notanın bas gitarda ince sesten veya kalın sesten (yani farklı oktavdan) çalınması arasında müthiş bir lezzet farkı vardır. Aynı şekilde gitardaki sesle bas gitardaki ses aynı notadan oluşmayınca lezzet verir.      Şarkıların ortalarında arkadan keman, akordeon veya uzun ses efektli klavye siz farketmeden alttan alta başlar ve gittikçe sesi yükselir. İşte bu da sizin duygularınızı yükseltir. Yükseliş ve düşüşler bir okyanus dalgası gibidir bazen.      Eğer şarkının ortasında birden bire bütün enstrumanlar susarsa heyecan uyandırır, devamını beklersiniz. Devamı gelince harika bir tatmin doldurur içinizi, ritme daha çok kaptırırsınız kendinizi.     Bateride bazı kısımlarda gelen ataklar, yani zillerin ve tomların kullanıldığı hızlı geçişler şarkıyı monotonluktan uzaklaştırır ve şarkıya kendine özgü bir karakt

Herkes Gibi

  Yaşayan her şeyin, sevdiğim herkesin içindeki güzellikleri bu kadar renkli ve net görüyorken neden ve ne zaman kendimi unutmuşum? Neden kendi resimlerime bakarken hiçbirini beğenmemiş ve bir başka kadına bakar gibi görememişim kendimi? Fotoğraflarımda öyle ya da böyle şekilsiz çıkmamışım hiç, sadece gülümseyememişim, o kadar. Dudaklarımda nereden çıktığı belirsiz bir hüzün duraklamış. Sıkıca kapatmaya çalışmışım onları. Gülmekten utanmışım. Belki de içim gerçekten gülememiş senelerce. Aynalar bunun için var olmalı. Hiç sevmezdim yansımamı. Neden sevmemişim ki? Oramı buramı, kolumu bacağımı değil, gülmek isteyip gülememeyi sevmemişim. Kendimi öyle görmek istememişim. Güzel bir kadın gibi. Herkes gibi.

Yanılsama

             Benim dişlerimde tel vardı, gözlerimde gözlük... Görünmenin hissedilmekten daha önemli olduğuna dair bir illüzyon içindeydi insanlar. Ben görülmek istemiyordum, onlar ise zorla görmek istiyordu. Kendi görmek istediklerine bakıyorlardı benim vücudumda. Güzelliğin ve çirkinliğin ne olup olmadığını yaşayarak anladım. Gözlüksüz göremiyordum; bedenin her parçasının özel olduğunu anladım, savrulmamak, ona kötü davranmamak gerektiğini...             Daha sonra bir dönem engellilerle çalıştım. Herhangi bir engeli olmayan insanların fiziksel güçlerine ve bedenlerine ne kadar da güvenip, gücü yetmeyenleri nasıl da umursamadıklarını gördüm. Sağlığı yerinde olan insanların hiçbir neden yokken, diğerlerini kötü yaşam şartlarına nasıl da layık gördüğünü farkettim. Aynı insanlar yardıma muhtaç kaldıklarında korkuyla, endişeyle bakıyorlardı dünyaya. Neden? Daha once kendilerinin de yıllarca katkıda bulunduğu bir nedenden...  Artık yüzlerine bakılmayacağından korkuyorlardı. Sevginin yüzeys

Soguk Kokular

  Misafir sevmeyen ev sahibinin kokusu. O evin tuvaletindeki el sabununun, koltuğa geri geldikten beş dakika sonra kuruyup elde bıraktığı koku. Halının üzerinde oyuncaklarla oynarken büyüklerin avuçlarına dökülen gül kolonyası, tütün kolonyası kokusu. Salonu dolduran sigara kokusu. Öpmesinden hoşlanmadığım bir büyüğün nefesinden çıkan alkol kokusu. Karakterinden hoşlanmadığım birinin üzerindeki baharatlı parfüm kokusu. Yalnızlığın deterjan kokusu. Müdür imzalı belgelerin üzerindeki daktilo mürekkebi ve pilot kalem kokusu. Bayatladıktan sonra ilgisizlikten küflenmiş ekmeğin kokusu. Gürültülü diskolarda sis makinesinin çıkardığı dumanın kokusu. Silah kokusu. Tentürdiyot kokusu, hastane kokusu. Kabuk bağlamış yara kokusu...

Sonbaharın Tozları

      Sarı ışık. Gün ışığı gibi sarı… Henüz kızıllığa ulaşmamış bir akşamüzerine yakın, öğlen güneşi kadar da parlamayan, koyu sarı. Tepeden sarkan avizenin, içi tozdan siyahlaşmış metalik rengiyle kontrast yapan bir sarı. Avize, içindeki ampulle birlikte bir kilise çanına benziyor. Tavanın beyaz sıvası yer yer açılmış, içinden çimento grisi belirerek sayısız şekil oluşturmuş. Deniz dalgası, ayak izi, kocaman bir balina, sarı benekli bir tavşan, kısa saçlı bir kadın portresi… Bunların hepsini rutubet ve küf yontmuş, bir heykeltıraş gibi. Tavanın boyu üç metre civarında. Sağımda iki metre uzunluğunda, hızarla kesilmiş odun parçaları dizili. Zeytin, ceviz, servi, belki dut ve türünü bilmediğim başka ağaçlar… Önümdeki el yapımı sehpanın üzerinde, içilmiş sigaralarla dolu bir kap ve yarısı dolu çay kupaları bekliyor.         Burası serin, mevsim sonbahar. Burnumda talaş kokusu… Ölmüş, dallarından ayrılmış, paramparça olmuş ağaçların kokusu yine de ormanın derinliklerinde nefes a