Kayıtlar

serbest etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Düşünce Akışı

       Bazen ne dersek diyelim boşuna söylüyoruz. Yiyecek bulmakta zorluk çeken insana, evinde psikolojik veya fiziksel şiddet gören insana stresten uzaklaşınca sağlık şikayetlerin azalır diyoruz. Sorun  o kişinin kendisinde değil ki çözüm de o kişinin elinde olsun. Benim ruhum icin görmesi ve hissetmesi çok ağır olan bazı şeyleri koca koca toplumlar çok normalmiş gibi yaşıyorlar. Dünyanın her yerinde de durumun böyle olduğunu düşünüyorum artık ve bu bana çok garip geliyor. Bir ömrün tamamının ihtiyaçlar piramidinin en alt seviyesinde geçmesi , eğer toplumun veya türün tamamı aynı sorunla yüzleşmiyorsa, yoğun bir strese terkedilmek anlamına geliyor. Bu da başlı başına bir kronik hastalık kaynağı. Aynı anda aynı stresi herkes yaşıyor olduğunda hem stresin kendisi hem de stres kaynağını aşmaya ve yok etmeye yönelik savaş için bir görev paylaşımı olur, yük paylaşılır. Bir uzaylı istilası varsayımı gibi, ya da dışarıdan veya doğadan gelen,  insan türüne yönelik herhangi bir tehdit gibi

Açılmamıs Kanatlar

       Sürekli savrulup duruyoruz, yapraklar gibi. Rüzgar her birimizi aşındırarak, ağaç kabuklarına, deniz dalgalarına, dikenlere çarptırarak savuruyor. Birbirimizin yanına kazara yaklaşıyoruz. Ellerimizin arasında milimetrelik mesafe kalmış. Birbirimize tutunup toprağa köklenebiliriz. İster toprağın derinliklerine karışır, istersek ağaç olmak üzere büyür, savrulan yıpranmış yapraklara boş dallarımızda yer açarız. Oysa rüzgarın uğultusundan başka ses duymuyor, toprağa git gide yaklaşarak düştüğümüz uçurumdan başka bir manzara görmüyoruz.                Hiç irademiz yokmuş gibi, bu dünyaya en ufak bir etki bırakmıyormuşuz gibi savruluyoruz. Dün, bugün, yarın, her gün aynı gün. Her gün serbest düşüşteyiz. Enkaza dönüşmüş yapraklar, rengini kaybetmiş yapraklar, köklenmeden çürümeye yüz tutmuş yapraklar...               Ölüler dünyasında tesadüfen yaşamayı başarmış bir iki yapraktan ibaret gibi görünüyor türümüz. Bir farketsek bizim henüz güneşe açılıp ısıtılmamış kanatlarımız var, o zam

Sonbaharın Tozları

      Sarı ışık. Gün ışığı gibi sarı… Henüz kızıllığa ulaşmamış bir akşamüzerine yakın, öğlen güneşi kadar da parlamayan, koyu sarı. Tepeden sarkan avizenin, içi tozdan siyahlaşmış metalik rengiyle kontrast yapan bir sarı. Avize, içindeki ampulle birlikte bir kilise çanına benziyor. Tavanın beyaz sıvası yer yer açılmış, içinden çimento grisi belirerek sayısız şekil oluşturmuş. Deniz dalgası, ayak izi, kocaman bir balina, sarı benekli bir tavşan, kısa saçlı bir kadın portresi… Bunların hepsini rutubet ve küf yontmuş, bir heykeltıraş gibi. Tavanın boyu üç metre civarında. Sağımda iki metre uzunluğunda, hızarla kesilmiş odun parçaları dizili. Zeytin, ceviz, servi, belki dut ve türünü bilmediğim başka ağaçlar… Önümdeki el yapımı sehpanın üzerinde, içilmiş sigaralarla dolu bir kap ve yarısı dolu çay kupaları bekliyor.         Burası serin, mevsim sonbahar. Burnumda talaş kokusu… Ölmüş, dallarından ayrılmış, paramparça olmuş ağaçların kokusu yine de ormanın derinliklerinde nefes a